Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp Paneli

Kastamonu Üniversitesi’nde “Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp” konulu panel düzenlendi.

Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp Paneli
09.11.2024
351
A+
A-

Kastamonu Üniversitesi Bilgehan Bilgili Merkez Kütüphanesi’nde, Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü’nün koordinatörlüğünde Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı ve Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Topluluğu tarafından “Ölümünün 100. Yılında Ziya Gökalp” paneli gerçekleştirildi. Sezai Karakoç Konferans Salonu’nda düzenlenen panel, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başladı.


Yöneticiliğini Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Zeki Gürel’in yaptığı panelde Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Topluluğu öğrencilerinden Alperen Bakır ‘’Ziya Gökalp’in Hayatı ve Temel Düşünceleri’’, Berkam Karakaş ‘’Ziya Gökalp’ta Toplum ve Modernleşme’’, Batın Abacı ‘’Ziya Gökalp’ın Mirası ve Eserleri’’ başlıklı konuşmalarıyla katıldı.

Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Zeki Gürel, açılış konuşmasını yaptı. Doç. Dr. Gürel, Ziya Gökalp’in vefatının 100. senesi münasebetiyle Türkiye’de birçok üniversitede sivil toplum örgütleri ve Türkiye dışında özellikle Türk dünyasında ve Türkiye ile irtibatı olan ülkelerde pek çok Ziya Gökalp etkinliğinin düzenlendiğini söyleyerek Kastamonu Üniversitesi olarak da böyle bir etkinlik düzenlenledikleri için çok mutlu hissettiğini dile getirdi. Cumhuriyet’in 101. yılını da kutlayan Doç. Dr. Gürel, “Devletimiz kıyamete kadar var olsun” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözlerini hatırlatarak Türk gençliğinin Ziya Gökalp’i tanıması, onun yolundan yürümesi, gösterdiği hedeflere doğru adım atması gerektiğini söyledi.

Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Öğrenci Topluluğu Başkanı Alperen Bakır, dinleyicilere Ziya Gökalp’in hayatını ve temel düşüncelerini anlattı. Bakır, Ziya Gökalp’in, 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğduğunu söyledi. Babası Diyarbakırlı İl Evrak memuru Tevfik Efendi, annesi ise Diyarbakırlı Piriççizadeler’den Zeliha Hanım olduğunu söyleyen Bakır, Ziya Gökalp’in Mehmed Ziya yakınlarındaki iki mahalle mektebinde üç yıl okuduktan sonra 1890 yılında Diyarbakır Askeri Rüşdiyesi’ne girerek mezun olduğunu aktardı. Bakır, bir yıl kadar özel eğitim gören Gökalp’in, Diyarbakır Mülki İdadisi’nin ikinci sınıfına kabul edildiğini, 1894 yılında dördüncü sınıfa geçtiği zaman yedi yıla çıkarılan İdadi programında, daha önce gördüğü dersleri tekrar etmek zorunda kalacağı için buradan ayrılmak zorunda kaldığını söyledi. Bakır, Ziya Gökalp’in Dr. Yorgi adındaki hocasından Yunan filozoflarını, amcası Hacı Hasip Efendi’den de İslam felsefesini okuduğunu, bunların yanında Arapça ve Fransızca dersleri aldığını vurguladı. Bir yanda Dr. Yorgi’nin telkinleri, diğer yandan İslami hassasiyetin Gökalp’in ruhunda fırtınalar kopardığını söyleyen Bakır, 1894 yazında alnına tabancayı dayayarak kendisini öldürmek istediğini kurşunun beynine ulaşmadığı için hazin bir son olmadığını dinleyicilere açıkladı.
Bakır, Gökalp’in sağlığına kavuştuktan sonra ailesinden habersizce İstanbul’a gittiğine ve Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi’ne kaydolduğuna değindi. 1898 tarihinde Baytar Mektebi’nin dördüncü sınıfa geçtiği yaz tatilinde Diyarbakır’da gizli toplantılara katılmak, izinsiz cemiyet kurmak ve zararlı yayınları okumakla suçlanarak tutuklandığını dile getirdi. Bakır, Gökalp’in bir müddet sonra serbest bırakılıp İstanbul’a döndüğünü okula alınmadığını; ayrıca sorgulanmadan 10 ay Taşkışla’da, 2 ay da Mehterhane Hapishanesi’nde yattığını söyledi. Bakır, Gökalp’in böylece baytarlık eğitimini tamamlamadan sona erdiğini ekledi.


Bakır, Gökalp’in 1900 yılı baharında Diyarbakır’da ikamete mecbur edildiğini yani sürgün yediğini aynı yıl amcası Hacı Hasip Efendi’nin kızı Vecihe Hanım’la evlendiğini bu sıralarda çeşitli memuriyetlerde bulunduğuna değindi. 1903’ten sonra Diyarbakır Ticaret Odası’nda çeşitli görevlerde bulunduğunu Vilayet Gazetesi’nin başyazarlığını yaptığını vurguladı.
Bakır, Gökalp’in 1905 yılında, halka kötülük eden aşiret reisi İbrahim Paşa’ya karşı halkı ayaklandırdığını, 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra, 22 Ekim 1908’de uzun süredir ilgilendiğini taraftarı olduğu İttihat ve Terakkinin Diyarbakır şubesini kurduğunu aynı yıl fırkanın bölge müfettişi olduğunun altını çizdi. Bakır, 1909 yılında Gökalp’in Darülfünunda ders vermek üzere İstanbul’a geldiğini, yeterli ücret alamadığı için birkaç ay sonra Diyarbakır’a geri dönmek zorunda kalıp Peyman gazetesini çıkarmaya başladığını anlattı. Bakır, 18 Eylül 1909’da Selanik’te toplanan parti genel kongresine Gökalp’in Diyarbakır delegesi olarak katıldığına değindi. Gökalp’in bir yıl sonra Diyarbakır’da Maarif müfettişliği yaptıktan sonra 1910 yılı Aralığında Selanik’e gittiğini, 1911’de Selanik İttihat ve Terakki Mekteb-i Sultanisi’nde kendi teklif ettiği programa göre Türkiye’de ilk defa sosyoloji dersleri vermeye başladığını, Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntemin çıkardığı Genç Kalemler dergisinde yazılar yazdığını belirtti.
Bakır, Gökalp’in 1912 Martında yenilenen Meclis-i Mebusu (Milletvekili) seçildiğini, ancak Balkan savaşları başlayınca İstanbul’a dönmek zorunda kaldığına değinerek Türk Yurdu ve Halka Doğru dergilerinde, Tanin gazetesine makaleler yazdığını, 1914’te İttihat ve Terakki’nin desteğiyle İslam Mecmuasının çıkarılmasına öncülük ettiğini, 1917’de ise Yeni Mecmuayı yayımladığını ifadelerine ekledi.
Gökalp’in, İstanbul’un işgali sırasında İngilizler tarafından tutuklanıp Bekir Ağa Bölüğü’ne hapsedildiğini açıklayan Bakır, Ermeni Tehcirinden (göç ettirmeye zorlama) sorumlu tutulmak istendiğini Divan-ı Harb-i Örfi’de sorgulandığını söyledi. 28 Mayıs 1919’da arkadaşlarıyla sürgüne yollanan Gökalp’in 4 ay Limni Adasında, 16 ay Malta Adası’nda esir kaldığını belirtti. Ankara Hükümeti’nin çabaları doğrultusunda Gökalp’in 30 Nisan 1921’de kurtulduğunu söyleyen Bakır, Gökalp’in 13 Haziran’da Ankara’ya geldiğini, ancak İttihatçı geçmişi yüzünden kendisine mesafeli durulunca Eylül’de Diyarbakır’a gittiğini, orada Küçük Mecmuayı yayımlamaya başladığını yazılarıyla Milli Mücadele’yi desteklediğini sözlerine ekledi.
Daha sonrasında Gökalp’in Telif Heyeti’nde çalışması için Ankara’ya davet edildiğini aktaran Bakır, Ankara’da, Mustafa Kemal Paşa’nın Gökalp’ten Cumhuriyet Halk Fırkası için program taslağı hazırlamasını istediğini dinleyicilere anlattı. 11 Ağustos 1923’te toplanan 2. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Gökalp’in Diyarbakır Milletvekili seçildiğini 1 yıl sonra tedavisi için gittiği İstanbul Fransız Hastanesi’nde vefat ettiğini resmi cenaze töreninden sonra Divan Yolunda Sultan Mahmud Türbesi’nin haziresine defnedildiğine değinerek Ziya Gökalp’in Türkçülüğünü siyasi bir içerik olarak anlamamak gerektiğini vurguladı.
Gökalp’e göre bir diğer önemli kavramın da milliyet kavramı olduğunun altını çizen Bakır, ”Gökalp bize milliyetin yenileşmek anlamı taşıdığını ifade eder” dedi. Gökalp’e kadar gelişmek için belli başlı üç yolun gösterildiğini belirten Bakır, bu kavramların Türkçülük, İslamcılık, Medeniyetçilik olduğunun altını çizdi. 101. Yaşı kutlanan Cumhuriyetin Kurucusu, Ziya Gökalp için ‘’Fikirlerimin Babası’’ ifadesini kullanan Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin” sözlerini hatırlatarak “Vefasız insandan dost, vefasız toplumdan millet olmaz, görkemli geçmişimize sahip çıkalım” ifadeleriyle konuşmasını noktaladı.


Panelist Berkan Karakaş, Ölümünün 100. Yılında Türk düşünce hayatında çığır açıcı olarak nitelendirilen Ziya Gökalp’in milli sosyoloji anlayışı kendi tabiri ile milli içtimaiyat ve modernleşme ile kültürel değişim arasında gelişen yaklaşımlarını ele aldı.
Karakaş, sosyolojinin bilim olarak 19. yüzyılda Fransa’da ortaya çıktığını, kısa süre içerisinde önce Batı Avrupa’ya, daha sonraki süreçte de tüm dünyaya yayıldığını aktardı. Türkiye’de de sosyolojinin düşünce dünyasına, aydınların gündemine girmesinin 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına denk geldiğini söyleyen Karakaş bu anlamda Türkiye’de sosyolojinin kurumsallaşmasına öncülük eden, bir sosyoloji sistemi kuran ve yerlileştiren ilk sosyoloğun Ziya Gökalp olduğunu ifade etti.
Karakaş, Ziya Gökalp’in düşünce geleneğinin henüz oluşmamış bir toplumda geliştiğini bir imparatorluğun çöküş sürecine ve yeni bir devletin kuruluşuna tanıklık ettiğini ifade etti. Ziya Gökalp’in, sosyolojiyi benimsediğini ve yerlileştirdiğini, Batı merkezli bir bilim dalı olsa da Batılı kavramların yerli kültür ve toplumsal yapıya karşılıklarını aramış bir isim olduğunun altını çizen Karakaş, Gökalp’in çağının ruhunu yakalayarak imparatorlukların geleneksel yapılarının yerini artık millet tipli yeni yapılara bırakmakta olduğunu gördüğünü, modernleşmenin zorunlu yönü Batı uygarlığı olsa bile, Türk kültürünü kaybetmeden de var olabilmenin mümkün olduğuna inandığını milli bir sosyoloji kurduğunu, sosyoloji aracılığı ile yeni devletin kodları ile halkın kültürel kodlarını birleştirip bütünleştirmek istediğini anlattı.
Karakaş, Gökalp’in Türkçülüğün en büyük adamı olduğunu, düşünmenin ve söylemenin kolay fakat yapmak ve özellikle başarı ile sonuçlandırmanın çok güç olduğunu söylerken “Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve ilk sosyolog büyük Türkçü tarihin ve edebiyatın duayeni Üstad Ziya Gökalp’i uçmağa varışının 100. yılında bir kez daha saygıyla anıyorum” diyerek sözlerini noktaladı.
Son panelist Batın Abacı, yaklaşık yarım asra yakın ömründe birçok çalışmaya imza atan ve bunları birçok yerde yayımlayan Ziya Gökalp’in yaşadığı dönemde sadece on eserini bastırdığını dile getirdi. Abacı, bu eserleri sıraladı: Şaki İbrahim Destanı (1908), İlm-i İçtima Dersleri (1913), Kızıl Elma (1914), Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı? (1918), Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak (1918), Yeni Hayat (1918), Türk Töresi (1923), Türkçülüğün Esasları (1923), Doğru Yol, Hakimiyet-i Milliye ve Umdelerinin Tasnif, Tahlil ve Tefsiri (1923), Altın Işık (1923). Ölümünden sonra ise şu eserlerinin yayınlandığını söyledi: Türk Medeniyet Tarihi, Birinci Kısım- İslamiyet’ten Evvel Türk Medeniyeti- (1925)
Abacı, İbrahim Destanı’nda Hamidiye Alaylarının devletteki otorite boşluğundan faydalanarak bölgede yaptığı hukuksuzlukları, zorbalığı ve bunlara karşı verdiği mücadeleyi anlattı. 1914’de yayımlanan ve ilk şiir kitabı olan Kızıl Elma’yı Edebiyat Fakültesi’ndeki Gökalp’in hocalığı sırasında neşrettiğine değindi. Ziya Gökalp’in eserleri içerisinde en çok ilgi görenin Cumhuriyetle aynı yaşıt olan Türkçüğün Esasları adlı çalışmasının olduğunu aktardı.
Üç Düşünce Akımına da değinen Abacı, Ziya Gökalp’in Türk Milliyetçisi olduğunu, kurulacak yeni Türk devletinin sosyal ve kültürel yapısının ancak halka doğru inerek ve halka ait malzemelerin derlenip değerlendirilmesiyle ortak bir kültüre ve geçmişe sahip olabileceğini öngörmüş olduğunu, bu düşünce temelinde ise folklor çalışmalarını yürüttüğünü anlattı. Abacı, Gökalp’in çalışmalarının etkileri ve yöntemlerinin günümüze kadar ulaştığını, izinde yürüyen birçok halk bilimcisini yetiştirdiğini söyleyerek sözlerini bitirdi.
Konuşmacıların ardından Dr. Öğr. Gör. Osman Eroğlu yönetiminde Ziya Gökalp’in bestelenmiş şiirleri ve şiir dinletisi gerçekleşti.

Doç. Dr. Zeki Gürel teşekkür konuşmasını yaparak ”Son arzumuz budur fani dünyada: Türk’üz, varacağız Kızılelma’ya…” diyerek panelistlere teşekkürlerini sundu.
Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz ve Prof. Dr. Abdullah Aydın tarafından katılımcılara katılım belgesi takdim edildi.

Toplu fotoğraf çekiminin ardından panel sonlandı.

Haber/ Fotoğraf: Tuğçe Karafakıoğlu

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.