Propagandadan Gerçeğe: Ermeni Mitomanyası Sunumu Yoğun İlgi Gördü
Kastamonu Üniversitesi’nde Kastamonu Üniversitesi Türk Dünyası Gençlik Konseyi Topluluğu Danışmanı ve İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Can Ceylân tarafından ‘’Ermeni Mitomanyası’’ konulu sunum gerçekleştirildi

29 Nisan 2025 tarihinde Türk Dünyası Gençlik Konseyi Topluluğu tarafından düzenlenen program Kastamonu Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Cemil Meriç Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Programa, Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Namıg Musalı, Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Zeki Gürel, Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Okan Demir, Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Sinem Aydoğan Demir başta olmak üzere akademisyenler ve çok sayıda öğrenci katıldı.

Konuşmasında, 24 Nisan tarihinin uluslararası kamuoyunda özel bir önem atfedilerek öne çıkarıldığını belirten Doç. Dr. Can Ceylân, bu günün aslında tarihsel gerçeklikten uzak iddialarla gündeme getirildiğini vurguladı. Bu konuda ilgisinin, İngilizce’den Türkçe’ye çevirdiği Ermeni Mitomanyası adlı kitapla başladığını dile getirdi.
“Mitomanya, kişinin kendi uydurduğu yalana inanma hastalığıdır”
Doç. Dr. Can Ceylân, “Soykırım, ne yazık ki dünyanın farklı coğrafyalarında karşımıza çıkan bir gerçekliktir. Bugün de benzer bir durum Gazze’de yaşanıyor,” ifadelerini kullandı. “Mitomanya, kişinin kendi uydurduğu yalana inanma hastalığıdır,” diyen Doç. Dr. Ceylân, kelimenin kökenine de açıklık getirdi. “‘Mit’, efsane demektir; ‘mani’ ya da ‘mania’ ise akıl hastalığı anlamına gelir. Bu iki kavramın birleşimiyle oluşan ‘mitomanya’, uydurulmuş efsanelerin gerçekmiş gibi savunulması anlamına gelir,” sözleriyle kavramın tarih yazımındaki yerine vurgu yaptı.
Aynı zamanda mitolojinin, kültürlerdeki efsanevi anlatıları inceleyen bir bilim dalı olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Can Ceylân, bazı tarih anlatılarının mitolojik unsurlarla iç içe geçtiğini ve bu durumun eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Doç. Dr. Ceylân, bazı halkların kendi isimlerini yaşadıkları topraklara verdiklerini, bazılarının ise yaşadıkları yerlerden isim aldıklarını ifade etti. Bu bağlamda, Türkler’in Türkiye’ye, İtalyanlar’ın İtalya’ya, Almanlar’ın Almanya’ya, Ruslar’ın Rusya’ya, Japonlar’ın Japonya’ya ve İngilizler’in İngiltere’ye isim verdiğini; yani bu milletlerin kendi adlarını yaşadıkları yerlere taşıdığını belirtti. Öte yandan, Amerikan-Amerika, Mısırlı-Mısır, İranlı-İran, Kanadalı-Kanada örneklerinde olduğu gibi, bazı milletlerin ise bulundukları coğrafyadan türetilmiş isimlerle anıldığını ifade etti.

Ermenilerin de bu ikinci gruba dahil olduğunu söyleyen Doç. Dr. Can Ceylân, “Ermenistan” adının, bölgeden çok bir milletin adını taşıyan bir coğrafya olarak öne çıktığını belirtti. Ermenilerin kendilerini “Hai” ya da “Hayk” olarak adlandırdıklarını hatırlatarak, bu durumun millet ve coğrafya kavramlarının nasıl iç içe geçebileceğini ortaya koydu.
Ermenistan’ın zaman zaman Türkiye’ye yönelik tazminat taleplerinde bulunduğunu ifade eden Doç. Dr. Ceylân, bu taleplerin arka planında, Ağrı başta olmak üzere bazı şehirlerin “doğal toprak” olarak gösterilmesinin yattığını belirtti. Bu çerçevede Ağrı Dağı’nın, Ermenistan’ın resmi sınırları dışında kalmasına rağmen çeşitli devlet armalarında ve sembollerinde yer almasının dikkat çekici olduğunu vurguladı. Doç. Dr. Can Ceylân, bu tür simgesel kullanımların yalnızca kültürel bir sahiplenme değil, aynı zamanda örtülü bir toprak iddiası ve dolaylı bir tehdit olarak da okunabilir olduğunu söyledi.
Doç. Dr. Ceylân, Türkiye’de Ermeni vatandaşların tarih boyunca Müslümanlar, Hristiyanlar ve Türklerle aynı sosyal dokuda yaşadığını, uzun süre ciddi bir sorun yaşanmadığını belirtti. “Osmanlı en güçlü dönemlerinde bile böyle bir soykırıma başvurmamışken, en zayıf döneminde neden böyle bir şey yapmış olsun?” diyen Doç. Dr. Ceylân, soykırım iddialarına bu tür tarihsel sorularla yaklaşılması gerektiğini ifade etti.
Osmanlı’da Ermeniler
Doç. Dr. Ceylân, Osmanlı Dönemi’nde Ermenilerin “millet-i sadıka” yani en sadık milletlerden biri olarak anıldığını, yönetimde görev aldıklarını ve genellikle isyan gibi sorunlarla ilişkilendirilmediklerini söyledi. Diğer etnik grupların çeşitli dönemlerde Osmanlı’ya karşı ayaklandığını hatırlatan Doç. Dr. Ceylân, Ermenilerin bu süreçlerde sadakatini koruduğunu aktardı.
Günümüzde de Ermeni kökenli Türk vatandaşlarının sanat, iş dünyası ve eğitim gibi birçok alanda aktif olduğunu hatırlatan Doç Dr. Ceylân, “Hayko Cepkin konserler veriyor, Ermeni asıllı vatandaşlarımız şirket sahibi oluyor, okul açıyor” diyerek birlikte yaşama kültürünün halen sürdüğüne dikkat çekti.
Doç. Dr. Can Ceylân, Osmanlı döneminde Ermeni vatandaşların devletin çeşitli kademelerinde ve kültürel yaşamında üstlendikleri rollerin altını çizerek, bu katkıların günümüzde yeterince bilinmediğini belirtti.
Doç. Dr. Can Ceylân, Dolmabahçe Sarayı’nın mimarı olarak bilinen Garebet Balyan ve onun temsil ettiği Balyan ailesinin Osmanlı’ya yalnızca saray değil; Dolmabahçe Camii, Beylerbeyi Sarayı ve Ortaköy Camii gibi pek çok önemli mimari eseri kazandırdığını söyledi. Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşlarının sadece mimarlık alanında değil, devlet yönetiminde de etkili roller üstlendiklerini dile getiren Ceylân, Artin Paşa, Vartan Paşa, Maliye Nazırı Adop Paşa ve Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan Dabyan Paşa gibi isimlerin yüksek devlet kademelerinde görev yaptığını aktardı. Doç. Dr. Ceylân, İslam araştırmalarıyla tanınan Safa Paşa’nın eserinin bugün hâlâ Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında yer aldığını belirtti. Sanat ve müzik alanındaki katkılara da dikkat çeken Ceylân, Hamparsum Efendi’nin geliştirdiği nota sisteminin klasik Türk müziğinde hâlâ bilindiğini söyledi.Osmanlı-Türk müziğine kalıcı eserler kazandıran Serkis Efendi, Bimen Şen, Artaki Candan, Kirkor Efendi, Tanburi Aleksan Ağa ve Kanuni Kirkor gibi bestecilerin önemine işaret eden Ceylân, bu isimlerin Osmanlı sanat dünyasında derin izler bıraktığını vurguladı. Doç. Dr. Ceylân, tüm bu örneklerin Ermeni toplumunun Osmanlı bürokrasisinden sanata kadar birçok alanda etkin rol oynadığını açıkça ortaya koyduğunu ifade ederek, tarihsel hafızada bu yönün unutulmaması gerektiğini söyledi.
1. Dünya Savaşı’nın etkileri
Doç. Dr. Can Ceylân, Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin bozulma sürecine dair dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Doç. Dr. Can Ceylân, tarih boyunca barış içinde süren bu ilişkinin kırılma noktası, siyasi örgütlenmelerin artması ve dış etkenlerin iç meselelere yansımasıyla şekillendi ifadelerinde bulundu.
Doç. Dr. Ceylân, Hınçak ve Taşnak gibi dönemin Ermeni radikal örgütlerinin, 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı’nı bir fırsat olarak gördüğünü ve bu dönemde eylemlerini daha örgütlü bir biçimde yürütmeye başladıklarını ifade etti. Bu grupların, savaşın yarattığı kaotik ortamda açık propaganda tekniklerine başvurarak, hem içeride hem dışarıda Osmanlı yönetimine karşı algı oluşturduklarını belirtti. Bu süreçte bazı silahlı kalkışmaların da yaşandığını kaydeden Doç. Dr. Ceylân, yaşanan gerilimin toplumlar arası geleneksel barış ortamını zedelediğini dile getirdi. Radikal unsurların eylemleriyle Osmanlı içindeki dengelerin sarsıldığını belirten Doç. Dr. Can Ceylân bu dönemin dikkatle analiz edilmesi gerektiğini vurguladı.
Doç. Dr. Ceylân, konuyu tarihsel bir örnekle destekleyerek Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in yöntemlerine değindi. Goebbels’e atfedilen bir sözü hatırlatan Doç. Dr. Ceylân, “Eğer bir yalanı yeterince uzun, yeterince gürültülü ve yeterince sık söylerseniz, insanlar inanır” dedi.
Yalanın tekrar yoluyla toplumda nasıl normalleştirildiğine işaret eden Doç. Dr. Ceylân, “O kadar çok tekrar ediliyor ki, artık insanlar yalan mı, değil mi, doğru mu diye düşünmüyorlar. Bizim ağzımıza pelesenk oluyor” ifadelerini kullandı.
Soykırım nedir?
Doç. Dr. Ceylân, soykırım kavramı üzerine yaptığı açıklamada, bir olayın soykırım olarak nitelendirilebilmesi için yalnızca toplu kıyımın değil, bu eylemin devletin resmi makamları tarafından verilen emirle gerçekleştirilmesinin gerektiğini belirtti.
Doç. Dr. Can Ceylân bireysel ya da küçük çaplı grupların işlediği cinayet ve katliamlarla soykırım arasında bu yönüyle net bir fark bulunuyor şeklinde konuştu. Bir kişinin birkaç kişiyi öldürmesinin cinayet, daha büyük sayıların ise katliam sayılabileceğini ifade eden Doç. Dr. Can Ceylan, soykırım tanımında ise failin niteliğinin öne çıktığını vurguladı.
Devletin başındaki isimler, bakanlar, generaller ya da resmi otoriteler tarafından verilen talimatlarla yapılan toplu kıyımların soykırım kapsamına girdiğini söyleyen Doç. Dr. Ceylân, tarihten ve günümüzden örnekler de verdi. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ve İsrail Savunma Bakanı’nın Gazze’ye yönelik açık beyanlarını bu bağlamda değerlendiren Doç. Dr. Ceylân, benzer şekilde Srebrenitsa Katliamı, Doğu Türkistan’daki uygulamalar ve Nazi Almanyası’nın Yahudilere yönelik politikalarını da devlet eliyle yürütülen soykırımlar olarak niteledi.
Amerika’nın Kızılderililere yönelik tarihi uygulamalarını da bu kapsamda ele alan Doç. Dr. Ceylân, Osmanlı Devleti döneminde yaşanan olaylara ise farklı bir perspektiften yaklaştı. Osmanlı yönetim kademesinden hiçbir yetkilinin Ermenilere yönelik bir yok etme emri vermediğini söyleyen Doç. Dr. Ceylân, bu durumun söz konusu olayların soykırım olarak adlandırılmasını zorlaştırdığını ifade etti.
Soykırım yalanına sahte belge
Doç. Dr. Ceylân, soykırım iddialarına dayanak olarak gösterilen bazı belgelerin sahte olduğuna dair dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Doç. Dr. Ceylân, bu belgelerin, Osmanlı arşiv geleneğine aykırı biçimde düzenlendiğini ve çeşitli tarihsel tutarsızlıklar içerdiğini belirtti.
Doç. Dr. Can Ceylân, içeriği ve kaynağı uzun süredir tartışma konusu olan bir belgenin uzmanlarca sahte olduğunun belirlendiğini açıkladı. Söz konusu belge, kim tarafından yazıldığı ve gönderildiği bilinmeyen bir metin olup, dönemin bölge valisi Adnan Bey’e hitaben kaleme alınmıştı. Belgede, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Türkiye’deki tüm Ermenilerin katledilmesine karar verdiği ve bu yönde hükümete yetki verdiği iddia ediliyordu bilgisini verdi.
Belgede geçen “hükûmete yetki verilmesi” ifâdesiyle, yaşanan olayların devlet eliyle gerçekleştirildiği izleniminin yaratılmak istendiğine dikkat çekildi. Ancak Doç. Dr. Ceylân, yapılan akademik incelemeler sonucunda belgenin sahte olduğunun tespit edildiğini vurguladı.
Doç. Dr. Ceylân, belgenin Osmanlı resmi yazışma usullerine uymadığını belirterek, hiçbir Osmanlı belgesinin “Bismillahirrahmanirrahim” ifadesiyle başlamadığını ve bu ayrıntının da sahtecilik şüphesini güçlendirdiğini söyledi. Belgede kullanılan dil, üslup ve formatın da dönemin resmi belgeleriyle uyuşmadığını aktaran Ceylân, bu tür sahte belgelerin tarihsel gerçekliği çarpıtabileceği uyarısında bulundu.
Ayrıca, kullanılan takvim sisteminde yapılan hatalar da şüpheleri artırıyor. Belge 18 Şubat 1331 (miladi takvimle 2 Mart 1916) tarihini taşıyor. Ancak Doç. Dr. Can Ceylân, soykırım olarak iddia edilen olaylar bu tarihten önce gerçekleşmiş olduğundan, bu tarihte bir “soykırım emrinin” verilmesi tarihsel olarak tutarsızlık arz ediyor ifadelerine yer verdi.
Doç. Dr. Can Ceylân , söz konusu belgelerin San Francisco’daki bir Ermeni vakfının kütüphanesinde bulunduğunu, ancak bu kütüphanenin sonradan yandığını ve belgelerin yalnızca kopyalarının ellerinde kaldığını belirtti. Bu kopyaların orijinallerle birebir olduğunun nasıl garanti edilebileceği ise hâlâ tartışmalı bir konu olduğuna değindi.
1915 Tehciri
1915 yılında yaşanan Ermeni tehciriyle ilgili tartışmalara açıklık getiren Doç. Dr. Can Ceylân, dönemin koşulları göz önüne alındığında olayların soykırım olarak değerlendirilemeyeceğini savundu. Doç. Dr. Ceylân, Osmanlı Devleti’nin, bölgedeki güvenlik sorunları nedeniyle bir zorunlu göç kararı aldığını ve bu kararın o dönemde iktidarda olan İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından uygulamaya konduğunu belirtti.
Doç. Dr. Ceylân, o dönemde Doğu Anadolu’da ciddi bir güvensizlik ortamının hâkim olduğunu, bazı Ermeni çetelerinin Rus ordusuyla işbirliği yaptığını ve Osmanlı’ya karşı isyan hareketlerinde bulunduğunu ifade etti. Bu süreçte, çetelerle işbirliği yapmayan Ermeni köylerinin de hedef alındığını belirten Doç. Dr. Ceylân, sivillerin baskı altında tutulduğunu vurguladı.
Bu karmaşık ortamda, Osmanlı yönetiminin sivil halkın can güvenliğini sağlamak amacıyla, cephe hattından uzak bölgelere zorunlu göç (tehcir) kararı aldığını dile getiren Doç. Dr. Ceylân, göç eden kafilelerin güvenliğini sağlamak amacıyla Osmanlı askerlerinin görevlendirildiğini söyledi. Söz konusu askerlerin bir kısmının Kazım Karabekir Paşa’nın talimatıyla atandığı da ifade edildi.
Göç sırasında yaşanan can kayıplarının büyük bölümünün, yol koşulları, açlık, salgın hastalıklar ve kış şartları nedeniyle meydana geldiğini aktaran Doç. Dr. Ceylân, ayrıca çeşitli çetelerin bu kafilelere saldırılarda bulunduğunu belirtti. Ancak bu saldırıların Osmanlı yetkililerinin bilgisi ya da talimatıyla gerçekleşmediğinin altını çizen Doç. Dr. Ceylân, “Uluslararası hukuk açısından soykırımın oluşabilmesi için, öldürme kastının ve devlet emrinin açık biçimde var olması gerekir. 1915 olaylarında bu şartlar mevcut değildir” dedi.
Olmayan soykırımı kabul etmek
Doç. Dr. Can Ceylân, 1915 olaylarının soykırım olarak kabul edilmesi halinde Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği olası sonuçlara dikkat çekti. Doç. Dr. Can Ceylan’a göre, bu tür bir kabulleniş yalnızca tarihi bir özrün ifadesi olmayacak, aynı zamanda çok daha kapsamlı siyasi ve hukuki taleplerin kapısını aralayacaktır.
Doç. Dr. Ceylân, dünya tarihinde benzer örneklerin yaşandığını hatırlatarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin yerli halk olan Kızılderililere yönelik tarihsel uygulamaları kabul ettiğini ve bunun karşılığında yaklaşık 550 milyar dolarlık bir tazminat önerdiğini belirtti. Doç. Dr. Can Ceylân, birçok Kızılderili topluluğunun kendilerine önerilen tazminatı reddettiğini belirtti. Ceylân, bu reddin gerekçesinin, söz konusu tazminatın tarihsel haksızlıkların kabul edilip unutulması anlamına gelmesi olduğunu ifade etti. Doç. Dr. Ceylân “Gün gelecek atalarımızın topraklarına döneceğiz” düşüncesiyle hareket eden yerli halk, bu kabulün sembolik olarak toprak iddialarından vazgeçmek anlamına geldiğini savunuyor.’’ dedi.
Benzer bir durumun Almanya için de geçerli olduğunu belirten Doç. Dr. Ceylân, Nazi döneminde Yahudilere yönelik soykırımı kabul eden Almanya’nın, 1948 sonrası kurulan İsrail Devleti’ne tazminat ödediğini ve bu süreçte bazı Alman markalarının da örtülü biçimde bu ödemelere devam ettiğinin iddia edildiğini aktardı.
Türkiye açısından 1915 olaylarının “soykırım” olarak tanınmasının yalnızca tarihsel bir itirafla sınırlı kalmayacağını vurgulayan Doç. Dr. Can Ceylân, Ermeni diasporasının bu tür bir kabulün ardından çok daha ileri taleplerle ortaya çıkacağını ifade etti. Bu taleplerin başında ise tazminatın yanı sıra toprak iddiaları geliyor. Doç. Dr. Can Ceylân’a göre, bazı çevreler özellikle Van bölgesi ve çevresini içine alan eski haritaları referans göstererek bu bölgelerin “iade edilmesini” istiyor. Hatta Van Gölü üzerindeki Akdamar Adası’nda bulunan kilisede yılda bir kez izinle yapılan ayinlerin yeterli görülmediğini, bu alanların Ermeni mülkiyetine geçmesi gerektiğini savunuyorlar.
Ayrıca Azerbaycan, İran ve Gürcistan’dan da benzer taleplerin gündeme gelebileceğini belirten Doç. Dr. Ceylân, bu sürecin yalnızca bir tarih tartışması olmadığını, ciddi jeopolitik sonuçlar doğurabileceğini sözlerine ekledi.
“1,5 Milyon Ermeni öldü iddiası abartılı ve belgelerle desteklenmiyor”
Doç. Dr. Ceylân, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni diasporasının öne sürdüğü “1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü” iddiasının tarihi gerçeklikten uzak ve abartılı olduğunu savundu. Bu tür rakamların siyasi amaçlarla şişirildiğini ve tarihî belgelerle örtüşmediğini belirtti.
Doç. Dr. Ceylân, Osmanlı topraklarında hiçbir bölgede Ermeni nüfusunun çoğunluk oluşturmadığını ve bu durumun o döneme ait nüfus kayıtlarıyla açıkça görülebileceğini ifade etti. “Ermeniler hiçbir zaman demografik olarak üstünlük sağlamadılar, yerleşim yerlerinde daima azınlık konumundaydılar” diyen Doç. Dr. Ceylân, bu nedenle “etnik temizlik” yapıldığı yönündeki iddiaların da temelsiz olduğunu dile getirdi.
Doç. Dr. Ceylân’a göre, Ermeni tarafı iddialarını güçlendirmek için rakamları kasıtlı olarak büyütüyor. Bu duruma örnek olarak İstanbul’daki 135 Ermeni ruhbanın sürgününü gösteren Doç. Dr. Ceylân, Avrupa kamuoyuna sunulan raporlarda bu rakamın 1.350 olarak yansıtıldığını aktardı. “Matematikte sıfırın değeri yoktur derler ama siyasette ve propagandada sıfırın çok büyük bir değeri vardır” ifadeleriyle bu tür manipülasyonlara dikkat çekti.
Doç. Dr. Ceylân, Osmanlı’dan ayrılan Ermenilerin tümünün öldürüldüğünü söylemenin de gerçek dışı olduğunu vurguladı. Birçok Ermeni’nin göç ettiğini ya da başka nedenlerle bölgeden ayrıldığını hatırlatarak, bu kayıpların tamamının “katledildi” şeklinde yorumlanmasının yanıltıcı olduğunu dile getirdi.
Doç. Dr. Ceylân, olaylardan önce Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni nüfusuna dair güvenilir verilerin bulunduğunu ve bölgedeki Fransız bürokratların tuttuğu raporlarda bu sayının en fazla 390.000 olarak kaydedildiğini belirtti. “390 bin Ermeni’nin tamamının öldürüldüğü varsayımı bile gerçek dışı çünkü bu nüfusun bir kısmı başka ülkelere göç etti; Amerika, Fransa ve Avrupa’ya gidenler oldu” ifadelerini kullandı.
O dönemde öldürüldüğü iddia edilen büyük sayılardaki Ermeniler için herhangi bir toplu mezar bulunmadığını vurgulayan Doç. Dr. Ceylân, “Eğer yüz binlerce kişi öldürülseydi, en azından bu kayıpların kemiklerine, mezarlarına rastlanması gerekirdi. Ama böyle bir arkeolojik veya fiziksel bulgu yok. Oysa Karabağ gibi yakın dönem çatışma bölgelerinde dahi toplu mezarlara rastlanıyor” dedi.
ASALA Terör Örgütü
Doç. Dr. Ceylân, 1915 olaylarının Türkiye açısından uluslararası bir meseleye dönüşmesinin ise oldukça geç fark edildiğini ve bu durumun ASALA adlı Ermeni terör örgütünün saldırılarıyla gündeme geldiğini hatırlattı.
Doç. Dr. Can Ceylân, “Bir büyükelçimiz bana şunu söylemişti: ‘ASALA terörü başlayana kadar diplomatlar olarak bu konunun Türkiye’nin başına böyle dert olacağını bilmiyorduk.’’ İfadelerine yer verdi.
ASALA’nın, 1915 olaylarını bahane ederek Türk diplomatlarını hedef aldığını ve bu saldırıların Türk Hava Yolları bürolarına kadar uzandığını söyleyen Doç. Dr. Ceylân, örgütün temel amacının ise sözde “Büyük Ermenistan” hayaline ulaşmak olduğunu ifade etti. Bu hedefin haritalarla desteklendiğini ve benzer şekilde dış destekli terör örgütleri aracılığıyla Türkiye’nin istikrarsızlaştırılmaya çalışıldığını belirtti.
Doç. Dr. Ceylân, “Tıpkı PKK’nın Türkiye’ye yıllardır hem can hem de ekonomik kayıplar yaşatması gibi, Asala da benzer bir stratejiyle ortaya çıktı. Ne yazık ki biz bu gerçeği acı bir şekilde öğrendik” diyerek sözlerini sürdürdü.
“Ermeni kimliğiyle Türkiye’ye sadakat gösterenler de vardı”
Doç. Dr. Ceylân, 1915 olaylarıyla ilgili tartışmaların tek taraflı yorumlandığını ve tüm Ermenileri suçlayan bir yaklaşımın doğru olmadığını belirtti. Doç. Dr. Ceylân, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan birçok Ermeni’nin ülkesine sadakatle bağlı olduğunu, bu isimlerden birinin de dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler olduğunu ifade etti.
Doç. Dr. Ceylân, Ara Güler’in her fırsatta “Ben kendimi Türk olarak hissediyorum” sözünü hatırlatarak, “Türkiye’de tüm fotoğrafçıların hocası olan Ara Güler, Türk kimliğini benimsemiş bir Ermeniydi. Onun gibi vatanına bağlı çok sayıda Ermeni vatandaşımız vardı” dedi.
1915 olaylarına dair “soykırım” iddialarının da sonradan ortaya atıldığını savunan Doç. Dr. Ceylân, Ara Güler’in babasının Çanakkale Savaşı’nda görev yaptığını ve o dönemde Ermeni kökenli şehitlerin de bulunduğunu söyledi. “Bugün Çanakkale’ye giderseniz, şehitliklerde Ermeni isimlerini de görebilirsiniz” diye konuştu.
Doç. Dr. Ceylân, Ermeni kökenli bireylerin Türk milletine hizmet ettiğini vurgularken, bazı sanatçı ve yazarların ise uluslararası kamuoyunda Türkiye’yi zan altında bırakan söylemler içinde olduğunu belirtti. Bu isimlerden biri olarak yazar Elif Şafak’a işaret eden Doç. Dr. Can Ceylan, Şafak’ın Ermeni soykırımı iddialarını koşulsuz kabul ettiğini ve bu tavrın Türkiye’yi zor durumda bıraktığını dile getirdi.
“Ermeni Soykırımı iddiası, Türkiye’ye atılan büyük bir iftiradır”
Doç. Dr. Ceylân, 1915 olaylarına dair “soykırım” iddialarının tarihî gerçeklerle bağdaşmadığını savundu. Doç. Dr. Ceylân, bu iddiaların Türkiye’ye yönelik büyük bir iftira olduğunu belirterek, hem yurt içinde hem de yurt dışında bu söylemi destekleyenlerin varlığına dikkat çekti. Doç. Dr. Ceylân, “Ermeni soykırımı yoktur. Bu iddia, Türkiye’yi uluslararası alanda zan altında bırakmaya yönelik siyasi bir kampanyanın parçasıdır,” şeklinde konuştu. Türkiye’ye yönelik bu tür tarihî iftiraların kamuoyunda doğru bir şekilde anlaşılması gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Ceylân, “Bu gerçeği ne kadar net bilir ve anlatırsak, hem içeride hem dışarıda mücadelemiz o kadar kolay olur” ifadelerini kullandı.
Program sonunda, Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Namıg Musalı, Kastamonu Üniversitesi Türk Dünyası Gençlik Konseyi Topluluğu Danışmanı ve İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Can Ceylân’a teşekkür belgesini takdim etti.
Program toplu fotoğraf çekimi ile sona erdi.
Haber/ Fotoğraf: Tuğçe Karafakıoğlu