Kastamonu Üniversitesi’nde “Buzulların Korunması” Paneli

Kastamonu Üniversitesi’nde “Buzulların Korunması” Paneli Düzenlendi

Kastamonu Üniversitesi’nde “Buzulların Korunması” Paneli
07.05.2025
54
A+
A-

Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Hoca Ahmet Yesevi Konferans Salonu’nda, Biyolojik Bilimler Araştırma Topluluğu bünyesinde ve Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim Küçükbasmacı’nın öncülüğünde “Buzulların Korunması” konulu panel gerçekleştirildi. Panel kapsamında Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Seramik ve Cam Bölümü öğrencileri ile öğretim üyeleri Prof. Dr. Seyhan Yılmaz ve Doç. Dr. Firdevs Müjde Gökbel Yavuzoğlu’nun koordinatörlüğünde karma seramik sergisi; ayrıca Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü öğrencileri tarafından afiş sergisi düzenlendi.

Panelin açılış konuşmasını yapan Doç. Dr. İbrahim Küçükbasmacı, hayatın temel kaynağı olan suya dair farkındalık oluşturmak ve onun geleceğini korumak amacıyla bir araya geldiklerini belirtti. Buzulların, dünyanın en büyük tatlı su rezervlerini barındırdığını ve milyarlarca insanın su ihtiyacını karşıladığını ifade etti. İklim değişikliği nedeniyle buzulların erime hızının giderek arttığını vurgulayan Doç. Dr. Küçükbasmacı, bu durumun hem ekosistemler hem de insan toplulukları açısından ciddi tehditler oluşturduğunu söyledi.

Doç. Dr. İbrahim Küçükbasmacı, küresel sıcaklıkların özellikle son yıllarda aşırı derecede artmasının yalnızca deniz seviyelerini yükselterek kıyı alanlarını tehdit etmekle kalmadığını, aynı zamanda tatlı su kaynaklarının azalmasına ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olduğunu dile getirdi. Doç. Dr. Küçükbasmacı açılış konuşmasını, “Unutmayalım ki buzullar yalnızca coğrafyanın bir parçası değil, aynı zamanda geleceğimizin de bir teminatıdır.” sözleriyle sonlandırdı.

Panelin moderatörlüğünü yürüten Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Talip Çeter, suyun yaşamın temel kaynağı olduğunu vurgulayarak su olmadan hiçbir canlının var olamayacağını ve hiçbir canlılık faaliyetinin gerçekleşemeyeceğini ifade etti. Geçmişte suyun tükenmez bir kaynak olarak algılandığını belirten Dekan Prof. Dr. Çeter, günümüzde ise buzulların son temiz su kaynakları olduğunu ve bu konuda toplumsal farkındalık oluşturulması gerektiğini söyledi.

“Buzdan Miras: Geçmişi Korumak, Geleceği Kurtarmak” başlıklı sunumunu gerçekleştirmek üzere, Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özlem Fındık panele çevrim içi katıldı. “Buzdan miras her zaman olumlu mudur bilmiyorum ama asıl soru şu: Bu mirası devralırken bizden sonrakilere bırakabilecek miyiz?” diyerek sunumuna başlayan Prof. Dr. Fındık, ülkemizin bu konudaki mevcut durumu ve yapılması gerekenler üzerinde durdu.

Hidrobiyologlar olarak buzu genelde hidrojen ve oksijenden oluşmuş bir madde olarak tanımladıklarını söyleyen Prof. Dr. Fındık, yer bilimcilerin ise buzu bir kayaç türü olarak kabul ettiğini belirtti. Buzu diğer kayaçlardan ayıran temel özelliğin sıcaklık karşısında erimesi olduğunu vurguladı. Buzulları kıtasal ve vadi buzulları olmak üzere ikiye ayıran Prof. Dr. Fındık, kutup bölgelerinde görülen kıtasal buzulların kalın buz tabakalarından oluştuğunu; vadi buzullarının ise dağlık bölgelerde görülen ve daha sınırlı alan kaplayan buzullar olduğunu söyledi.

Türkiye’de de buzul örneklerine rastlandığını ifade eden Prof. Dr. Fındık; Güneydoğu Anadolu, Doğu Karadeniz, Toroslar, Ağrı Dağı ve Erciyes Dağı’ndaki buzulların bu kategoriye girdiğini belirtti. Buzulların insanlar için neden önemli olduğuna da değinen Prof. Dr. Fındık, ekosistemlerin bir parçası olduklarını, iklimlerin oluşmasında etkili olduklarını ve dünyanın en önemli tatlı su kaynakları arasında yer aldıklarını söyledi. Prof. Dr. Fındık sunumunu, aktardığı bilgilerin özellikle biyoloji öğrencileri için ilham verici bir kaynak olabileceğini belirterek sonlandırdı.

Herkes İçin Temiz Su

İkinci konuşmacı olan Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Hizmetleri Başkanlığı Bulaşıcı Hastalıklar Birimi’nden Dr. Alper Güngör, suyun halk sağlığı açısından taşıdığı önemi anlattı. Temiz içme suyuna ulaşmanın temel bir insan hakkı olduğunu, bu hizmeti sağlama yükümlülüğünün devletlerde olduğunu ve uygulamaların belediyeler ile il özel idarelerinin yetki alanına girdiğini ifade etti. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya genelinde 2,1 milyar insanın evinde temiz suya erişiminin olmadığını, kirli suyun ise ciddi salgın hastalıklara yol açtığını belirtti.

Kastamonu merkez ilçesinde 157 içme suyu şebekesi bulunduğunu ve bu şebekelerin kaynak, depo ve dağıtım alanlarından oluştuğunu söyleyen Dr. Güngör, bu sistemin 215 ayrı izleme noktası aracılığıyla takip edildiğini ve sonuçların ilgili internet sitelerinden kamuoyuyla paylaşıldığını ifade etti. Ayrıca, ambalajlı suların, havuzların ve kaplıcaların da düzenli olarak denetlendiğini belirterek sunumunu tamamladı.

Buzullar erimesin, geleceğimiz kurumasın

Üçüncü konuşmacı olan Kastamonu Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. İbrahim Küçükbasmacı, sunumunu üç başlık altında gerçekleştireceğini belirtti ve sunumuna “Su, yeryüzünde yaşamın devamı için vazgeçilmez bir gerçek olup gezegenimizin ekolojik dengesi için temel bir bileşendir.” sözleriyle başladı.

Doç. Dr. İbrahim Küçükbasmacı, tatlı suyun, insanların ekonomik faaliyetleri açısından önemli bir kaynak olmasının yanı sıra; insan ve ekosistem yaşamı için de inkâr edilemez bir destek olduğunu, suyun mutlak anlamda yeniden üretilemeyeceğini ve mevcut suyun sürekli olarak kullanılmak zorunda olduğunu vurguladı.

Doç. Dr. Küçükbasmacı, Suyun içinde yaşayan canlıların ekolojik döngünün her aşamasında önemli bir rol oynadığını, bu döngünün bir parçası olduklarını ifade etti ve “Biz de bu döngünün birer parçasıyız.” dedi. Sulak alanlar ve tatlı su ekosistemlerinde bulunan bitki ve hayvanların; suyun filtrelenmesine, besin maddelerinin geri dönüşümüne ve suyun tutulmasına katkı sağladığını belirten Doç. Dr. Küçükbasmacı buzullardaki mikroskobik organizmaların da dünyanın iklim dengesi için kritik rol oynayan karbon ve besin zincirlerinin bir parçası olduklarını, eksilen unsurların yerini doldurma potansiyeline sahip olduklarını ifade etti.

Do. Dr. Küçükbasmacı, suyun birçok kimyasal maddeyi çözebilme ve taşıyabilme özelliği sayesinde canlıların yaşamsal süreçlerine önemli katkılar sunduğunu belirtti. Canlıların pek çoğunun hayatlarının belirli dönemlerinde suya bağımlı olduğuna değinerek, örneğin amfibilerin yavrularının gelişimini suda tamamladığını, bitkilerde ise tohum ve meyve taşınımının büyük ölçüde su aracılığıyla gerçekleştiğini ifade etti. Ayrıca, dünya genelinde sulak alanların barındırdığı biyolojik çeşitliliğin çoğu zaman yeterince önemsenmediğini vurgulayarak, mercan resiflerindeki tür çeşitliliğinin, yağmur ormanlarındaki zenginlikle kıyaslanabilecek düzeyde olduğunu dile getirdi.

Doç. Dr. Küçükbasmacı tatlı su kaynaklarının yalnızca besin ve enerji dönüşümü için değil, aynı zamanda evrimsel süreçlerin başlangıç noktası olması bakımından da özel bir statüye sahip olduğunu belirtti ve “Dünya yüzeyinin yaklaşık %75’i suyla kaplıdır. Bu suyun %97’si tuzlu sudur; yalnızca %2,5’i tatlı sudur. Tatlı suyun ise %68,5’i buzullar ve kar örtüsü olarak donmuş hâlde yer alır. Kalan kısmın %30,1’i yer altı sularında, yalnızca %1,2’si ise yüzey tatlı sularında (göller, nehirler, bataklıklar gibi doğrudan kullandığımız kaynaklar) bulunur. Bu oran, günlük yaşamda kullandığımız su miktarının aslında ne kadar sınırlı olduğunu gösterir.” dedi.

Hidrolojik döngüye değinen Doç. Dr. Küçükbasmacı, dünyadaki toplam su kütlesinin kapalı bir sistem içinde yer aldığını belirtti. Atmosfere dışarıdan su girişi olmadığı gibi dışarıya da çıkış olmadığını söyledi. Mevcut suyun; güneş ışığı, yoğunlaşma ve yerçekimi etkisiyle katı, sıvı ve gaz hâllerine dönüşerek atmosfer, okyanuslar ve karalar arasında sürekli dolaştığını ve bunun da “hidrolojik döngü” olarak adlandırıldığını belirtti. Tanım olarak, hidrolojik döngünün; denizlerden ve diğer yüzeysel su kütlelerinden buharlaşarak atmosfere yükselen su buharının, atmosfer koşullarına bağlı olarak yağmur, kar veya dolu şeklinde yeryüzüne geri dönmesi ve eksilen suyun bu şekilde tamamlanması süreci olduğunu ifade etti.

Doç. Dr. İbrahim Küçükbasmacı, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Hidrolojik döngü, su varlığımızın sürekliliğini sağlayan ve ekosistemleri besleyen temel bir sistemdir. Ancak iklim değişikliği, kirlilik ve insan faaliyetleri nedeniyle bu döngüde ciddi aksaklıklar yaşanmakta; buzulların erimesi su döngüsü üzerinde büyük bir etki yaratmakta, su kaynaklarının geleceği için tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle su kaynaklarını korumak ve sürdürülebilir kullanımı sağlamak hepimizin sorumluluğundadır.”

Tehlike Çanları: Su Kirliliği ve Geleceğimiz

Panelin son konuşmacısı Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Coğrafya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ekrem Mutlu oldu. Sunumuna “Su kirliliği nedir?” sorusuyla başlayan Prof. Dr. Mutlu, bu kavramın göl, nehir, okyanus ve deniz gibi su kütlelerinde görülen kirlenmelerle ilişkili olduğunu aktardı. Su kirliliğinin, bulunduğu havzada yaşayan tüm canlılar üzerinde yıkıcı etkiler yarattığını ve çeşitli türlerin yok olmasına zemin hazırladığını ifade etti. Özellikle günümüzde en büyük tehditlerden birinin plastik kirliliği olduğunu belirten Prof. Dr. Mutlu, Türkiye’nin Antarktika’da yürüttüğü araştırmalarda buzulların bile plastik atıklardan etkilendiğinin tespit edildiğine dikkat çekti.

Prof. Dr. Mutlu, yer altı sularına dair yapılan araştırmaların bölgesel farklılıklar gösterdiğini söyledi. Türkiye’deki yer üstü su kaynaklarının yarısından fazlasının ve yer altı kaynaklarının yaklaşık %21’inin kirli olduğuna işaret ederek, sanayinin yoğun olduğu bölgelerde bu kirliliğin daha da arttığını vurguladı. Bu bölgelerde göl ve nehirlerin, evsel ve endüstriyel atıklarla ciddi biçimde kirlendiğini belirtti.

Sunumunun devamında, su kirliliğini önlemek için alınabilecek önlemleri sıralayan Prof. Dr. Mutlu, su tasarrufunun sağlanması, atıkların doğru yönetimi, bireysel ve kurumsal düzeyde sorumluluk alınması, ilgili yasal düzenlemelerin uygulanması ve endüstriyel tedbirlerin hayata geçirilmesi gerektiğine dikkat çekti.

Sulak alanlara da ayrı bir parantez açan Prof. Dr. Mutlu, bu alanların biyolojik çeşitlilik açısından taşıdığı önemi vurguladı. Bilimsel araştırmalara göre mercan resiflerinden sonra dünyadaki en değerli doğal alanlar arasında yer alan sulak bölgelerin, birçok bitki ve hayvana barınma ortamı sunduğunu, aynı zamanda suyun kalitesini artırma gibi ekosistem hizmetleri sağladığını ifade etti.

Prof. Dr. Ekrem Mutlu, sunumunun sonunda, sulak alanların korunmasının yalnızca çevresel bir yükümlülük değil, aynı zamanda gelecek kuşaklara karşı yerine getirilmesi gereken ahlaki bir sorumluluk olduğunu söyleyerek, bu doğal alanların özgün yapılarının korunması ve tahribattan uzak tutulması gerektiğini belirtti.

Panel, Dr. Nazlı Rana Güler’in “Suya Ağıt” isimli kendi şiirini okuması ve konuşmacılara teşekkür belgelerinin takdiminin ardından fotoğraf çekimi ile sonlandı.

Haber/Fotoğraf: Emine Sağlık, Gizem Aydın

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.